Norveç – Fiyortların Üzerinde

Yukarı yukarı ve ileri diyerek İrlanda’nın en kuzey noktasına gitmiştik. Çok da uzağında değildik gerçi. Ancak gezegen, o kenarından bacaklarımızı sallandırdığımız falezde sona ermiyordu. İşte biz de yine bir gün böyle düşünürken kuzey yeniden çağırdı bizi, Ryanair de biletleri gönderince Norveç’e doğru yola koyulduk. Davetlere icabet etmek lâzım ne de olsa. Kuzey burası. Thor’un, Odin’in diyarı saksı değil! Ceketin önünü falan hep ilikledik uçaktan inerken.

aDSC_8734

Eylül ayında Norveç’e gidilir miydi? Ne geceyarısı güneşini görebileceğimiz bir zamandı, ne de kuzey ışıklarının garantisi vardı. Ama yazın gitsem sonbaharı, kışın gitsem yazını merak ederim. Bir mevsimden başlamak gerekiyordu. Sonbaharda Norveç fiyortları, mantarları, böğürtlenleri nasıl olurdu, ağaçlar yapraklarını daha mı kuzeyli kuzeyli dökerdi acaba? Yeni Zelanda’nın o sırada yaza doğru geçiş yapmasının Norveç’teki yankıları neydi? Bunları hep not etmek gerekiyordu.

Gökyüzünden gördüğümüz girintili çıkıntılı fiyortlar her kıvrımını keşfedelim diye bekleyen bir harita gibi bakıyordu bize. Haritaların gözümüzün önünde canlanması kadar keyifli ne olabilirdi ki? Burası da varmış gerçekten diyerek haritadan bir yer daha tikledik meselâ.

Tabii ülkede Starklar misâli bir kuzeyli gururu var. Gezip görmek için zamanını, emeğini istiyor. Beş enlem yukarı sıçrayıp Oslo’ya varmak Norveç’i gördüm demek olmayacaktı. “Bu enlemler kutuplara kadar böööyle benim hep!” diyor ülke nitekim.

Norveç büyük vakit küçük. Rygge’de inip Oslo’ya selam ederek ülke kış için kepenkleri kapatmadan fiyortlara tepeden bakmak üzere Pulpit Rock’a doğru devam ettik. Trolltunga dar vakitte, görece az kondisyonla ve Eylül sonunda muhtemelen doğru bir seçenek olmayacaktı. Preikestolen (Pulpit Rock) daha makul bir tırmanıştı. Sadece falezlerden aşağı değil biraz da buzullara, fiyortlara karşı ayakları sallandırıp oturmak lâzımdı. Hem yolda olduğumuzu hissetmek, hem de coğrafyanın görebileceğimiz her yerini görebilmek adına kara ve tren yolculuklarını tercih ettik. NSB‘nin trenleri de bu konuda çok yardımcı oldu. Rahat rahat doğudan batıya doğru gittik hatta güneye de şöyle bir uğradık. İçsel navigasyonumuz fır fır dönmeye başlıyor böyle zamanlarda.

Humm Stavanger: Pulpit Rock’a doğru gidecek feribota binerken geçtiğimiz sokakları hoş. Gidişte dönüşte şehir içinde dolanarak kalacağımız yere gitmek bize yeterli geldi.
Uzun ip belimizde Pulpit Rock’a tırmanmaya giderken otobüs şoförünün sözleri yankılanıyor kulaklarımızda. “Otobüste bir şey yiyip içmeyin, otobüse çer çöp atmayın, otobüsü kirletmeyin, otobüste bir şeyinizi bırakmayın, otobüste bir şeyinizi unutmayın, bak sakın unutmayın. Siz unutursunuz ama kuzey unutmaz!!” Brr soğuk geldi gibi pencereden. Odin ve Thor aşkına karanlık, kuzeyden ağrı geliyor! Sisli dağların ardından uzaklara doğru diyerek bir türkü tutturup öyle tırmandık o yolları: Far over the Misty Mountains cold, To dungeons deep and caverns old.

Pulpit Rock’a dört kilometrelik inişli çıkışlı, şelaleli, kayalı bir yoldan gidiliyor. Yeri geliyor şelaleler bacaklarınızın arasından akıyor, yeri geliyor başınızdan aşağı dolu yağıyor… Bir bakıyorsunuz güneş açmış, az önce bulutların altında yatan manzara ihtişamlı ihtişamlı önünüze serilmiş. Pulpit Rock’a gitmek güzel evet ama oraya doğru giden yolda olmak da güzel. Öyle ki kondisyonunuza göre 1,5-2 saat dedikleri yolu 2,5 saatte aldık biz. Yanımızdan insanlar gelip geçerken biz manzara seyri, ahududu yeme, flora fauna incelemeleri peşindeydik. Evet bir tane bile böğürtlen göremedik ama onun yerine leziz ahududular yedik.

D8E_4313small

Kayaya yaklaştıkça biraz hayal kırıklığı başlamıştı. Zira her yer sis ve yağmur altındaydı. Etrafı görme şansımız olacak mıydı? Tüm yaz İrlanda’da göremediğimiz güneşi Norveç’te görüyorduk ama tam tepedeyken iklimin azizliğine mi uğrayacaktık? Evet biraz böyle olacaktı sanki. O kayanın üzerine adım attığımızda, bulutların arasında on metrelik bir görüşle yan yana serpiştirilmiş bir grup insandık. Kalan her yer büyük bir bilinmezlikti. Dikkatli olmamak 600 metre aşağıya doğru uçarak unutulmaz bir fiyort zevki yaşatabilirdi. Böylesine fantastik bir ortamda yapacak tek şey de o kadar yolu geri dönmek yerine aşağı atlamaktı tabii ki ama onun yerine sandviç yemeye karar verdik. Bunu hep yapıyoruz biz. İnsanların bir kısmı, ‘Amaan bu hava açmaz!’ deyip boyunları eğerek geri döndüler.

İrlanda iklimine aşina kişiler olarak o kadar kötümser değildik. Haklı da çıktık; bulutlar ve sis aynı fantastiklikle dağılıverdi bir süre sonra. Sonra o görüntü karşısında biz de dağıldık. Gezegenin bu kısmındaki coğrafyaya azıcık torpil geçilmiş sanki.D8E_4260_tonemappedsmall

D8E_4214_tonemappedsmall

Bulutların sürekli değişen hareketi ve güneş ışınlarının geliş açısıyla görüntü mütemadiyen değişiyordu. Masal gibi sahneler yaşıyor insan. Karşıdaki tepelerden akan şelaler yer yer parlıyor, bu derin yarıkta bir anda bir gökkuşağı beliriyor, minik yeşil vadiye kurulmuş köy bir aydınlanıyor bir bulanıyor, dere akıyormuşçasına hızla bir sis gelip geçiyor… Her ânı benzersiz.

D8E_4232TIF_tonemappedsmall

DSC_9061small

D8E_4284_5_6_tonemappedsmall

Kayanın üzeri de şenlik alanı gibi. Dünya karması bir nüfus var. Şarkı söyleyen, yoga yapan, poz veren, riskli işlere girişen, birkaç aylık bebekli aileler, interrail ile gezen gençler. Hazır hava da sisliyken seyretmesi pek keyifli oldu. Dünyanın bir ucundan Norveç’e gelip 600 metrelik Pulpit Rock’a çıkıp fiyort gören insan tutumları. Biraz sonra aynı yoldan aşağı inip şehre karışacak herkes.

Ayaklarımız ve biz bir türlü dönmek istemedik. Mevsim uygun olsa da çadırda kalsak diye düşündük, iç çektik. Gecesini de görseydik sabahını da.. Bu ilk seferi böyle olsun diyerek devam ettik. Dönüş yolunda bile, sırf manzarayı biraz daha görmek, daha farklı açılardan görmek için kayaların üzerinden atlaya zıplaya farklı yollardan inmeye çalıştık.

20150925_152513small

Biz o ıslak kayaların üzerinde kaymamak için yavaş yavaş ilerlerken orayı koşarak inip çıkan -ama gerçekten koşan, şort tişört ve koşu ayakkabılarıyla, Iron Man’e hazırlanır gibi, triatlondan fırlamış gibi, göbek bağı fiyort manzaralı bir uçurumun kenarında kesilmiş gibi koşan- Norveçlilere denk gelip beden şartlarımızı bir kez daha gözden geçirmeden edemedik.

Deniz seviyesine indiğimizde ertesi sabah Bergen’e olacak otobüs yolculuğumuzun heyecanıyla sportif Norveçlileri unutup gittik. Ertesi gün yolda bir koyuna saldıracak olan kartalı göreceğimizi henüz bilmiyorduk.

Yazımızın devamı için bakınız Norveç: Fiyortların İçinde



0 thoughts on “Norveç – Fiyortların Üzerinde”

  • Fotoğraflar harika. Deneyim de, belli ki. 🙂
    Bu aralar Nordik yazarlardan okuyorum. Knausgaard’ın Kavgam serisinin ilki Stavanger, Kristiansand, Arendal arasında geçiyor. Şimdi de Tarjei Vesaas Kuşlar’la Norveç ormanlarında dolaşacağız. Okuyup canlandırmakla gidip yerinde görmek bazen birbirini nefis tamamlıyor.
    Yazının devamı gelecek değil mi? Sevgiler..

  • Oslo’dan Stavanger’ya giderken güneyde uğradığımız yer de Kristiansand idi. Gerçekten çok çok güzel bir deneyim oldu. Ama beş gün kalabildik sadece. En az dört mevsimini görmek isterdim.
    Yazının devamını da yazma niyetimiz var. Hızlıca yazıp yayınlayamam biraz kötü oluyor sadece.
    Bu arada kitap isimlerini de not aldım. Gerçekten okumak ve görmek şahane bir tamamlayıcı, ufuk açıcı. Merak ediyorum şimdi kitapları 🙂 Gerçi kontrol ettim e-kitapları yokmuş. Artık Türkiye’ye gidince…
    Bir de pek alakası yok ama aklıma Top of the Lake dizisini getirdi bu yorum. Sizin blogda görüp seyretmiştim, çok da beğenmiştim.

    • Moher gibi, değil gibi, falez gibi değil gibi; çok karmaşık duygular içerisindeyiz 🙂 Tez zamanda devamını getirmeyi umuyoruz yazının ve biz de Porto maceralarını bekliyoruz aynı şekilde 🙂 Son derece renkli ve canlı görünüyordu buradan.

    • Çok teşekkür ederiz. Üzerine daha bir dolu şey yazmak istedik ama yaşadığımız tecrübeyi ifade etmekte zorlandık. Gerçekten çok ama çok sevdiğimiz bir seyahat oldu.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir